10 Ekim 2009 Cumartesi

Kadını dile/hayata çağırmak

Kitap Zamanı'nın bu sayısında başka bir kitapla yer almayı düşünürken, Ali Çolak'ın telefonuyla kendimi Çöl/Deniz: Hz Hatice'yi okur, ‘kadın'ı düşünür buldum.

Kalbime ve zihnime vurmuş insanlığımızın kadınlık durumlarına yoğunlaştım. Mevzuuyla hemhal olduğum günün gecesinde, bir kadın çığlığıyla uyandım. Hıçkırarak ağlayan kadın bağırarak bir şeyler söylüyordu. Sanki kalbime bir şey saplandı. Acı içinde yataktan çıkıp odamın açık penceresine koştum. Sesler alt komşudan geliyordu. Kadının çığlığı ve hıçkırıklar içerisinde eşine yalvarması yediği dayağa emareydi. “Eşinim” diyordu kocasına, “kölen değilim! Annemi ara, gelip beni alsın!” Yeni taşınmış bir aileydi bu, tanımıyordum. Kadının yüzünü bilmiyordum ama aşağıda, evinin arka odasına kaçmış bu kadının acı kesilmiş bir yüz olduğunu tahmin ediyordum. O an koyu bir ağrı hissettim içimde. Artık uykum yoktu, pencerenin önünde dışarıdaki geceyle kalmıştım. Kulaklarımda o ses vardı: “Eşinim ben, kölen değil!”

Hakikatli bir dil kurmak

Kadının cümlesi, tarihte hep yaşanmış ve bugün de yaşanmaya devam eden bir zulme, bir adaletsizliğe ve hak gaspına yöneltilmiş ciddi bir itirazdı. Kadın erkeğin eşi olarak yaratılmış ama ‘eş' kılınmamış, erkekçe kurgulanmış hayatın devamına çalış(tırıl)mış bir ‘şey' olmuştur. Erkeğin hayatına eklenmiş, erkeksi olanın mümkün olmasında kullanılmıştır. Tarihteki fotoğraf budur ve ne yazık ki hayat bu hak ihlali üzere akıyor. Tarihteki fotoğraf ve bugünkü gerçeklik şüphesiz hakikate mugayir bir şeydir. Havva salt Âdem için yaratılmış değildi, Âdem ile Havva, ikisi birlikte bir şey için yaratılmışlardı; içine bırakıldıkları hayatı keşifte birbirlerine eş olacaklardı.

Kutsal metinlerde ve bu metinlere yaslanan anlatılarda var olan Âdemoğlu ve Havva kızlarına yakından baktığımızda başka türlü bir erkek ve kadın görüyoruz. Demek ki, tarihin ve bugünkü gerçekliğin öznesi durumundaki erkekler dinlerine ve anlatılarına yabancılaşmışlardır. Metinlerdeki ve anlatılardaki erkek ve kadınlar kutsal ve dokunulamaz kahramanlar kılınarak, bugüne sadece bir bilgi nesnesi olarak taşınmışlardır. Yaşanan değil kurgulanan bir tarihimiz vardır. Bu tarihte erkek etkin bir kurucuyken, kadın sadece bir siluet olarak yer almıştır. Bu sebeple kadını yeniden hayata taşımak için, erkeğin eşi bir varlık olarak yaratıldığı hakikatini dilde var kılmak gerekiyor.

Sibel Erarslan'ın Timaş Yayınları'ndan çıkan Çöl/Deniz: Hz Hatice isimli biyografik romanı, kadının erkeğe eş olarak katılacağı bir hayat için hakikatli bir dil kuruyor. Daha çok insan olmayı önceleyerek varoluşunu gerçekleştiren Eraslan, Hz. Fatma ve Hz. Meryem'i yazdığı biyografik romanlarda erkek kadar bir kadın profilini önümüze koymuştu. Hz. Hatice'yi konu edinen Çöl/Deniz romanıyla bu profili daha da görünür ve dokunulabilir kılmıştı. Hz. Hatice kendisi olarak hayatta var olmuş, bu şekilde ataerkilliğin kıskacından çıkmış, kendisini inancına vakfetmiş kurucu kadın/insan olarak karşımıza çıkıyor. Ataerkil adetlerin hüküm sürdüğü bir toplumda ilk eşi ölmüş, ikincisinden de boşanmış, bu iki evlilikten olma çocuklarıyla yaşayan, ticaretle uğraşan, çocuklarını büyüten, bu haliyle saygı gören; inandığı, güvendiği, herkesin kendisinden emin olduğu ‘amcaoğlu'suna evlilik teklifini yapabilecek kadar etkin bir kadın… Hz. Hatice başta Mekke'nin yetim ve ‘emin'ine ev, kadın ve arkadaş oluyor. Hz. Peygamber'in nübüvvet öncesi onun evinde, yanı başında, ‘eş'liğinde geçiyor. Hz. Peygamber'in inziva döneminde yaşadıkları, bir kadının yakınlığıyla yaşanıyor; ilk vahiy sonrasında yaşadığı titremeye bir kadın örtü oluyor; bir kadın, Hz. Hatice ilk namaz için Peygamber'e eşlik ediyor. Son Peygamber'in en yakın iki destekçisi vardır. Birisi göklerdendir Cebrail isimli Melek, diğeri ise yeryüzünü temsil eden bir kadın, Hz. Hatice…

Sibel Eraslan, ilk önce bugün artık hayatta olmayan, dolayısıyla hayatlara müdahale etmeyen bir ‘kadın'ı dile çağırmayı, dilde yaşanır kılmayı önemsiyor. Dile çağırılmış, dile gelmiş ve dilde yaşayan böylesi bir kadın sayesinde adaletli bir hayatın mümkün olabileceğine inanıyor. Bu yüzden Çöl/Deniz'de, Hz. Hatice dokunulabilir ve dokunabilir biri olarak karşımıza çıkıyor. Kadınların ve erkeklerin dönüp bakacakları, hayatlarına taşıyarak hayatlarını yaşanılır kılacakları, esatiri değil dokunulabilir olan, örneklik teşkil eden kurucu bir ‘özne'yi hayatın bütünlüğü içinde veriyor. Kitapta, Hz. Hacer'in oğlu İsmail ile birlikte Mekke'yi kurduğu yıllardan İslam öncesi dönemlerde şehirdeki toplumsal yapıya kadarki zaman, Hatice validemizin ailesi, ilk evlilikleri, çocuklarını ve dul bir kadın olarak tek başına ayakta durma mücadelesi anlatılıyor. Efendimiz ile evliliklerini, ilk vahiy döneminin sıkıntılarında eşini şefkatiyle sarmasını, tebliğ yıllarının zorluklarını, hicretleri de okuyoruz kitaptan. Kitaptaki Hz. Hatice, ‘tarih olmuş bir zaman kesitinde yaşamış ve biyolojik ömrünü tamamlamış bir insan teki olarak değil, bugüne uzanmış, yaşamıyla başlattığı her ne varsa ta bugüne ulaşmış bir kişiliktir.'

Kitap Zamanı Sayı: 45
Bölüm: Edebiyat