Bazı kitapları okurken size hep bir şiir sesi eşlik eder. Yazılanlar görünüşte şiir değildir ama yazar cümlelerini ‘ateşten harflerle’ kurmuştur. Sözlerini acı ve hüzün duraklarından geçirip, aşkla söylemiştir.
Nihat Dağlı’nın yeni kitabını Sezai Karakoç’un “Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim” dizesinin yol arkadaşlığında okudum. Sayfalar arasında gezinirken kimsesizliğin yurdundan geçip terk edilmiş istasyonlara uğradım. Merhamet daha çok merhamet diyen yazar gibi ben de “Binalar niye ağaçlardan yüksek?” sorusunun peşine düştüm.
Nihat Dağlı benim yazarlarımdan. Yazarlık iddiası taşımayan bir yazıcı o. Kendi ifadesiyle “Yazar Nihat Dağlı yok, Nihat Dağlı sadece yazıyor.” On beş yılı aşkın bir süredir dergilerde, gazetelerde metinler kaleme alıyor, kitaplar yayımlıyor. Yayımladığı kitapları ve yazmaya devam ettiği metinleri yolculuğa dönüşen hayatının kendisine yazdırdığı notlar olarak adlandırsa da üslup sahibi bir denemeci.
Kaynak Yayınları’ndan geçtiğimiz günlerde çıkan Sılada Gurbet Tadı, Dağlı’nın sekizinci kitabı. Yazar bir kez daha bize içinden haberler veriyor. Çocukluğuna, hüznüne, şaşkınlığına ortak ediyor. Okuyucu bu kitapta martılara tutkun bir kara adamının mekânlarda yaptığı yolculukların kendisine armağan ettiği hayata şahitlik ediyor. Yazara göre “İnsan mekân’larda yola çıkıyor, yoldayken her şey içinde olup bitiyor. Hayat bir sıla arayışı içinde sona eriyor. Sıla olarak bilinen ve kabullenilen yerlerde gurbet duygusu ağır basıyor. İnsan sılada gurbet tadı alıyor.”
Sılada Gurbet Tadı insanın hallerini anlatıyor. Kitap yol hali, iç hali ve mekân hali olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Yazar, ilk bölümde okuru çocukluğuna götürüyor. Elektriği olmayan, suyu bol bir köyde doğan, dağa bakan bir evde büyüyen yazarın edebiyat ve aşkla tanışmasına şahitlik ediyoruz. Yazar, lise yıllarında kendisini Yaşar Kemal’le, Ahmet Hamdi Tanpınar’la, Tolstoy’la tanıştıran edebiyat öğretmeni Nursel hocadan minnetle bahsediyor. Yine bu bölümde kitaba adını veren “Sılada Gurbet Tadı” başlıklı deneme var. Yazar, Alsancak garından kalkmak üzere olan trenlere yetişmeye çalışan insanların yüzündeki hikayeye ortak ediyor bizi:. “Hem her yazı bir trendir. Bir istasyon olan bize gelir, bizi yüklenip gider, yerine birer istasyon olan dergi veya kitapta bekleyen yolcuya demir atar.”
Kitabın ikinci bölümü “İç Hali” başlığını taşıyor. Yazar bu bölümde mevsimlerden söz ediyor. Yaz sıcağından, eylül kırığından, kar tanelerinden... Takvimler bir yılda dört mevsimi gösterirken insan içinde zamansız mevsimler yaşayabiliyor. Çünkü “Her şey içimizde olup bitiyor. İçimiz bir harman yeri sıcaklığında, yorgunluğunda ve telaşesinde pişiyor. Piştikçe kokular veriyor, dışarıya çıkıyor. İçerde neler olmuyor ki! Mevsimler yaşanıyor, kış ve bahar birbirini takip ediyor. Düşüyor ve kalkıyoruz... Yurdumuz içimiz oluyor...” Bu bölümdeki, “Edebiyat Acı Verir İyi de Eder” başlıklı yazıya dikkat çekelim.
“Mekan Hali” başlığını taşıyan son bölümde Nihat Dağlı, şehirlere bölünen adamın hikâyesini anlatıyor. Doğup büyüdüğü mekânlara olan yolculuklarını Mardin, Diyarbakır, Hasankeyf, Maraş, Bursa gezilerini, gözlemlerini iç gözüyle aktarıyor.
Murat Tokay
Kitap Zamanı
Sayı: 24
Bölüm: Edebiyat