Yaratıcı için varlık, ‘bütün’ halinde ‘bir şey’dir; bir bütün olarak, ‘bir şey’ için yaratılmıştır. Bunu şuradan anlıyoruz: İnsanı konuşmak, bütün bir varlığı konuşmayı gerektiriyor. Çünkü insan her bir şey ile ilgilidir, insanın gerçekleşebilmesi için her bir şeyin var olması gerekiyor. Bütün bir varlık da, kendisini oluşturan her bir şeyin katılımıyla mümkün olabilmektedir. Bu anlamda küçük, ayrıntı bir şey yoktur; küçük ve ayrıntı olarak bilinenlerin yokluğu ‘bütün’ü yaralar, eksiltir, varlığını çözer. Hayatiyet, ‘bütün’ün her bir şeyiyle birlikte devamına bağlıdır. Parça bütünü kurarken, bütün parçanın hayatiyetini imkânlı kılar. Parçasız bir bütünden bahsedilemeyeceği gibi, bütünden uzak düşmüş parçaların sıhhatinden de bahsedilemez.
Evet, böyledir! Ancak ve ne yazık ki, korkulan olmuştur. Bütün parçalanmış, parça bütünden uzak düşmüştür. Görünen o ki, bugün ve şimdi her insan teki, varlığı oluşturan her bir cüz, sadece bir çığlık olarak beliriyor. Bu çığlık, derinden kopuşu, acıyı, gurbeti ve hasreti duyuruyor. Kendini derinden duyuran kopuş, acı, gurbet ve hasret, ‘bütün’den uzak düşmüşlüğü vurguluyor. Sanki büyük bir patlama olmuş, sonrasında sert bir rüzgâr esmiş, her bir şey bir yana fırlamış. Bütün parçalanmış, her parça bu yırtılmayla uzaklara savrulmuş. Büyük kopuş gerçekleşmiştir. Parçalar, yırtılmanın acısı ve ağrısıyla yalnız başına kalmışlar. Bu öyle bir acı ve ağrı ki, ancak ‘bütün’e dâhil olmakla giderilecekken, bu mümkün olmamış; parçalar gayr-ı mümkün bir yola, kendileriyle kalarak bunun üzerinden gelmeye çalışmışlar. Varoluşu bir bütün halinde karşılamak ve yaşamak varken, her bir parça kendini bir bütün görme yanlışına düşmüş. Bütünün parçalanması sonrasında parçanın kendini bir bütün gibi sunması günahı işlenmiştir.
Tabi ki bu kendiliğinden, ızdırari, ‘doğal’lık içinde gerçekleşmemiş. Büyük patlamaların, sert rüzgârların oluşturduğu derin, büyük bir kopuştan bahsedebiliriz. Yaratıcı Varlık’ı bir bütün olarak yaratırken, onun ‘bütün halinde bir şey’ olduğunu da bildirmiştir, Varlık’a bir anlam vererek onu anlamlı kılmıştır. Bütün bir vahiy medeniyeti, Yaratıcı’nın Varlık’a verdiği anlamın açılımı olarak okunabilir. Vahiy Varlık’ı Varlık’a verilmiş anlam içinde okur ve insanı böyle kurarken, vahyin dışına düşen vahye mugayir akıl Varlık’a verilmiş anlama yabancılaşarak kendisi Varlık’a bir anlam bulma yoluna girmiş. Büyük patlama ve sert rüzgâr bu noktada patlayarak, bütünün parçalanması, kopuş gerçekleşmiş. İnsan bütünden bir parçayken, bütünün merkezi olmuş; akıl insanın bir şeyiyken, insanın her şeyi olmuş. İnsan bütün içinde kendi anlamını bulur iken, bütüne anlam vermek durumunda olan bir konuma sokulmuş. Olduğundan fazla bir şey yapılan bu insan, Varlık’ın, yani ‘bütün’ün sahibi ve anlamı yokmuş gibi, Varlık ve ‘bütün’ üzerinde tasarrufa gitmiş. Yaratıcı’nın üzeri çizilmiş, insan tanrı konumuna çıkarılmış.
Hayır, bu insanın hayrına olmamış. O güne kadar insan ‘bütün’ ve bütüne verilmiş anlam içinde kaldırabileceği yükümlülükleriyle yaşarken, bütün’ün üstüne/dışına çıkarılarak ‘bütün’ün sorumluluğunu yüklenir olmuş. Yaratıcı’ya karşı sorumluluktan imtina ederek özgürleştiğini sanırken, bir yığın sorumluluk ve kaygının esaretine girmiş. Özgürlüğü başına bela olmuştur. Sığınabileceği Tanrı’yı öldürmüş, özgür kalışının bütün sorumlulukları, kaygı ve korkularıyla yalnız başına kalmış. Ama gelin görün ki, kendisinin tanrı konumuna sokulması onu Tanrılaştırmamış, çünkü o Varlık karşısında yine o küçük ve yetersiz varlık olarak kalmıştır. Varlık’ın her bir şeyi olarak görülmüş ama kendisinde merkezi bir yerde duran akıl, Varlık’ı kendisi için düşman olarak görmüş, bu düşmanın üzerinden gelmeyi de kendisine biricik vazife olarak inşa etmiştir.
Şimdi, bu seküler/batı aklının çocuğu uygarlığın inşa ettiği şimdiki zaman içinde her bir şey bütünden kopuşun acısı ve ağrısı içinde eriyor. Varlık’a verilmiş anlamı kabullenmeyerek inşaya koyulduğu her bir anlam Varlık’ı bir bütüne kavuşturamamış, Varlık, birbirine karşıt unsurların boğuşması içinde hayatiyetini kaybediyor. Bu durum, koca bir iddianın yalanlanmasıdır; gururlu, kibirli araçsal aklın iflasıdır. Dünyayı ve hayatı yaşanmaz kılan bu araçsal seküler aklın kurduğu uygarlık, yüreği genişletecek, insana inşirah verecek tek bir cümleden dahi yoksundur. Zira hayat(iyet) ‘bütün’dedir; Yaratıcı’nın Varlık’a verdiği anlam içinde nefes verir, orada çiçeklenebilir.
Yusuf Kaplan yıllardır, dünyanın ve hayatın yaşanabilirliği için başka türlü bir medeniyete işaret eder, bu medeniyetin adresini verir. Bu medeniyet, insanı Varlık’tan koparmayan, onu Varlık’ın içine dâhil ederek ‘bütün’ü kuran bir medeniyettir. Hiç şüphesiz bu, en son Osmanlı pratiğiyle insanlık için yaşanılabilir bir ada olduğunu test etmiş İslam’a yaslanan bir medeniyet perspektifidir. İslam dışındaki kadim anlatıların bunu yapabilir olmaktan çıktığını, neo-paganist uygarlığa karşı sadece İslam’ın yaşanabilir bütüncül bir anlam kurabileceğini söylüyor. Kaplan, bu tezini şimdilerde Külliyat Yayınları üzerinden veriyor. “Külliyat olmadan fikriyat, fikriyat olmadan medeniyet inşa edilemez” ilkesiyle yola çıkan Külliyat Yayınları'nın yayımladığı ilk kitaplardan biri olan Whitehead imzalı Düşüncelerin Serüvenleri’nin merkezi konusu da ‘bütün’ fikridir. Kaplan, Düşüncelerin Serüveni kitabının önsözünde ‘bütün’den kopuşu ve Whitehead’i şöyle değerlendiriyor: “Sokrates’le birlikte, büyük ve kuşatıcı varlık tasavvurunun bir parçası olan insan ve insanın tabiatının bir parçası olan ‘akıl’, ‘bütün’ (her şeyi açıklama ve belirleme gücüne ve kudretine sahip tek aktif varlık) katına yükseltilmiştir. Bütün (asli olan), bir şekilde devre dışı bırakılarak, parça (arizi) olan, bütün (asıl) olarak konumlandırılmıştır. İşte, Whitehead ve eseri, tam bu noktada, bize esaslı şeyler söyler: Kendi terimlerimle ifade edecek olursam, Whitehead, ‘bütün’ kavran(a)madığı sürece, parça’nın her şeyi paramparça ve tarumar edeceğini haykırır bize. Whitehead’in düşüncesinin ve eserinin özeti olabilecek tez, bu parça-bütün ilişkisine ilişkin yaptığı, bugün bütün dünya için hayati önem taşıyan bu önemli tespitte gizlidir.”
Yusuf Kaplan, son yıllarda kulak kesildiğim çok önemli düşünür ve yazarlardan biridir. Yazdığı her metnin bir okuyucusuyum. Ve şimdi, Külliyat Yayınları üzerinden daha gür bir şekilde sesleniyor. Çevirdiği/yayımladığı her metin, yaslanabileceğim, içinde yaşayabileceğim güvenli bir ada inşa ediyor. Demem o ki, Yusuf Kaplan’a kulak olun; yazdığı/çevirdiği/yayımladığı her metne okuyucu olmakta ‘iyi’lik vardır. Zira Kaplan’ın işaret ettiği, görünür kıldığı medeniyet perspektifi insana ve hayata çalışıyor.