Hikâyeci bizi insanın etrafında yaşananda uç veren meselelerle ilgili kılmak ister. Her hikâye bir insan armağan eder bize, o insanın maruz kaldığı hayatın derinliğinde söylenmek istenene kulak oluruz. Bir hikâye kitabında ise birden fazla insan vardır; çok insan, çok hikâye… Hikâye kitapları birden fazla insanı anlatmış olsa ve onların hikâyesini konu edinse de temelde yalnızca ‘insan’ı anlatırlar. Hikâyelerin toplamında insan ve maruz kaldığı hayatın soru(n)ları vardır.
Hikâye edebiyata dairdir. Edebiyat ise insana işarettir; insandan çıkar, insanı anlatır, daha çok insanı merkeze alan bir okuyucu bulur. Bilimsel bir metin insan elinden çıkmış olsa da ‘insansız’dır; konusu ‘nesne’dir, anlatıcı da hissedilmez. Edebi metin ise bütünüyle insan ile doludur. Metnin kurgusunda, dilinde ve yaklaşımında yazıcısını görürken, anlatılan ‘şey’de de bir insanlık durumuna vakıf oluruz. Edebiyatın okuyucusu olmuş insan türü, satırlarına gömüldüğü metinlerde tarihten ve sosyolojiden azade ‘insan’ın hallerine ve bunun nasıl anlatıldığına yoğunlaştığından, yazıcının kimliğini çok da öncelemez. Yazıcı nihayette edebiyatçıdır; kimliğiyle metnine dâhil olsa da, anlattığı şeyde insan ve hayatın dile oturuşları başroldedir. Yeter ki okunan metin edebi olsun, edebiyatın içinde var olmuş bir yazıcının kaleminden çıkmış olsun.
KAHRAMANI KADIN HİKAYELER
Asuman Güzelce imzalı Elini Kalbime Koy isimli hikâye kitabını okuyunca, sahih bir edebiyatın her durumda okuyucusuna ‘iyi’ce dokunduğuna olan inancım yinelendi. Elini Kalbime Koy’u oluşturan hikâyelerde onlarca insanın hallerine maruz kaldığım gibi, bize bu hikâyeleri anlatan Asuman Güzelce’nin evrenine de dâhil olmuş oldum. Şimdi onlarca hikâyenin kahramanı ve bu kahramanların etrafında yaşananlar bende yerlerini bulmuşken, Asuman Güzelce’nin de ülkemin bir yerinde yazarak hikâyesini kurduğunu biliyorum. Kitap için şu genel değerlendirmeyi yapabilirim: İrfani geleneğe, şiire, felsefeye, incelmiş bir duyarlığa yaslanan ve kendi hikâye dilini kurma noktasında epey yol yürümüş bir hikâyeciyle karşı karşıyayız. Elini Kalbime Koy; kurgu, dil ve muhteva açısından sağlam hikâyeleri ihtiva ediyor.
Kitabı oluşturan her bir hikâyenin hissettirdiği ve okuyucusunu alıp soktuğu hal üzerinde düşünürken şu insanlık durumlarının altını çizdim: İnsanın aşk, göçmenlik ve kadınlık halleri… Hiç şüphesiz yazar, Türkiyeli! Dolayısıyla hikâyeleri de, Türkiye’nin tarihine, sosyolojisi ve ontolojisine yaslanıyor. İşaret ettiğimiz insanlık durumları, Türkiye pratiğine düşen halleriyle anlatılıyor. Hikâyeler insanın aşk, vatan ve kadınlık hali etrafında toplansa da, hepsi kahramanlarının ‘ruh sürçmeleri’ etrafında gelişiyor. İnsanın aşk hali, en çok “Üç Harf Beş Nokta”, “Acemi Derviş” ve “Elini Kalbime Koy” isimli hikâyelerde kendini gösteriyor. Aşk ki, çarpar insanı! Onu düşürür durduğu yerden, konumundan eder. O güne kadar giyindiği ne ise, aşktan sonra üzerinde sakil durur.
Aşk, yeryüzüne artık oturamama halidir. Her bir yer, aşk ehline dar, küçük ve yabancı gelir. Neredeyse, oralı olmadığını hisseder âşık! İnsanın bir toprak parçasını ‘vatan’ bilmesi, ‘vatan’ etrafında bir aidiyet geliştirmesi etrafında yaşanan hallerin anlatıldığı hikâyelerde de ‘ruh sürçmesi’ne akraba ‘kopuş’un sancısı var. Balkan Harbi sonrasında yaşanan göçü konu edinen iki hikâyede bu çok yoğun hissediliyor. Asuman Güzelce imzalı hikâyelerin çoğunun kahramanı kadın. Bu hikâyeler de, yancağızı boş kalmış kadınların derinden yaşadıkları bir eksiklik durumunu mesele edinmişler.
Kırıklık, elleri yana düşüren o yetmezlik duygusu… Aşkın, vatanın ve kadınlık durumlarının etrafında gelişen bir hayatın çarpmasıyla bir ‘ruh sürçmesi’ yaşayan insanların hissettikleri boşluk, yetersizlik ve eksiklik duygusunun geliştirdiği tedirginlik hali… Hayır, tedirgin ve kaygılı insan bir olumsuzluğu işaretlemiyor, bir şekilde bu hali edinmiş insan ayaklanabilir ancak, bu insan iyicil olana dair bir umut geliştirebilir. Yeter ki bu halin peşine düşülsün, bir türlü yeryüzüne oturamayışın sebeb-i hikmetini öğrenmekten geri durulmasın. Çünkü bu tedirginlik ve kaygılı olma hali, insanın yurduna/ontolojisine işaret ediyor.
KAHRAMANLARIN TEDİRGİNLİĞİ
Jung, karşılaştığı ve tedavi etmek durumunda kaldığı o kadar nevroz sonrasında mealen şunu diyordu: “Nevrozların temelinde, asıl olandan kopuş vardır. Kopuş sonrasında düşülen yabancılıkta/gurbette/ayrılıkta ‘vatan’ı arayışın sancıları nevroz olarak belirir.” Asuman Güzelce’nin bir ‘çift göz’ ile gelen ve muhatabını çarpıp yerinden eden aşki tedirginlikler, ‘vatan’ından kopartılan göçmenin ruhundaki yırtılmalar, yaşananın ortasında yancağızı boş kalmış kadınların hissettikleri eksiklik duygusu, asıl olandan kopuşu, ona olan derin ihtiyacı işaretliyor. Neyse ki hikâyeci, kahramanlarını tedirginlik hali içinde bırakmıyor. Onları çatallanmış yollardan geçiriyor, yaralayıcı soruların karşısına bırakıyor; ama çatallanmış yolların tedirginliğiyle ve yaralayıcı sorularla açılan yaraların içinde hem istikamete hem de merheme dair ipuçları da veriyor. ‘Cüz’ün ‘Kül’e teslimiyetinden sonra içine düşülen kabullenmeyle yaşananlar anlamını buluyor, böylelikle hayat katlanılır oluyor.
0 yorum:
Yorum Gönder