19 Temmuz 2009 Pazar

Fuat Sezgin: Bilim tarihinin yapıbozumu


Tarihin galipler tarafından yazıldığının altı çizilir. Doğrudur, galiplerin yazdıkları dışında bir hakikatin olmadığı sanısı yaygın bir kanaattir. Bu kanaati paylaşmayanlar, bununla çelişen unsurlara dikkat çekenler beyaza düşmüş leke muamelesini görürler. Mesela Uygarlık Tarihi Batı’nın tarihi olarak okunur; Yunan ile başlatılır, Batı ile devam ettirilir. Yunan’ın ve Batı’nın dışındaki katkılar ya görmezden gelinir veya dikkate değmez ayrıntılar olarak geçilir. Modern bilimin doğuşu, gelişimi ve son tahlilde aldığı hal hep Batı’dan görülmüştür. Türk modernleşmesi kendini bu yorum içinde kurduğu için, o da genelde dinin, özelde İslam’ın bilim tarihine, dolayısıyla uygarlık sürecine katkısını görmemiştir. Bu yüzden yolu okullara düşmüş her Türkiyeli zihne şu cümle düşmüştür: Dinin, bu topraklardaki haliyle İslam’ın bilim ve ilim konusunda sözü yoktur. İlmin, bilimin, gelişmenin, tekniğin, son kertede uygarlığın membaı/yurdu Yunan, sonra Batı’dır.
Bilim tarihi bu netlik içinde okunmuş ancak bilimsel düşüncenin o uykusuz şüphe kurdu da boş durmamış, uyandırdığı zihinler yola koyulduklarında başka türlü bir tarihle karşılaşmışlardır. Dünyada yaşayan en önemli bilim tarihçilerinden biri olarak kabul edilen Prof Fuat Sezgin müdekkik ve eleştirel bir zihinle yaptığı araştırmalar sonrasında devasa bir külliyata imza atmış, böylelikle mevcut bilim tarihi bir yapıbozum geçirmiştir. Hoca bilimin Yunan kökenlerini redetmiyor, on altı yüzyılın sonlarından itibaren beliren Batı’nın üstünlüğünü de inkâr etmiyor. O artı bir şey yapıyor: Kayıp, karanlıkta bırakılan bir döneme dair, “8. ile 16. yüzyılları arasındaki dönemde kim ne yapıyordu?” sorusunu sorarak şu değerlendirmede bulunuyor: “Dayatılan bir tarih anlayışı var ve bunu bir türlü kıramıyoruz. Bir şablon halinde hepimizin bildiği ve okuduğu bu tarihe göre bütün ilimleri Yunanlılar kurmuş, aradan hiçbir şeyin yapılmadığı asırlar geçmiş, 16. yüzyılın sonlarında Avrupalılar yavaş yavaş bu ilimleri tekrar elde etmiş ve geliştirmeye başlamışlar. Peki! Bu ilimler Avrupalıların eline nasıl geçmiş? Gökten mi inmiş, bir anda bilim adamlarına vahiy mi gelmiş? Yok, böyle bir şey! Hangi coğrafyadan geçmiş, hangi muhteva ile aktarılmış, bunları göz ardı etmiş ve uzun zaman içinde de unutturmuşlar. Bilim tarihi kitaplarında bu hakikat görmezden gelinmiş.”
Dayatılan tarihin görmezden geldiği, unutturduğu bu kayıp dönemin ortaya çıkışına ömrünü vermiş dev bir isimden, Prof Fuat Sezgin’den bahsediyoruz. Unutturulan, üzeri örtülen bir dönemin mevcut bilim tarihini nasıl sakatladığını, Fuat Sezgin’in bilim tarihini nasıl yeniden yazdığını, geçtiğimiz günlerde Yitik Hazine Yayınları arasında çıkan “Yitik Hazinenin Kâşifi: Fuat Sezgin” isimli kitapla çok açık öğrenmiş oluyoruz. Üniversitede Biyoloji Tarihi dersini veren Prof Dr İrfan Yılmaz imzasıyla yayımlanan kitap, Fuat Sezgin’in biyografisiyle birlikte sahih bir bilim tarihinin kuruluş hikâyesini ortaya koyuyor.
Fuat Sezgin Hoca’nın akademisyenliği, araştırmaları, vardığı sonuçlar, ortaya koyduğu hizmetler dayatılan bilim tarihinin yapıbozumu gibi duruyor. Hoca, 1940’lı yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü’nde, “İslami Bilimler ve Oryantalizm” alanında öncü bir yere sahip olan Hellmut Ritter’in yanında öğrenim görür. Objektif, dahası insaflı bir oryantalist olan Ritter, bilim tarihinde bilinenin dışında bir hakikate işaret eder. 8. ile 16. yüzyıl arasında Müslüman ilim adamlarının ilme ve keşiflere yaptıkları katkıları aktarır, modern bilimin bir anlamda bu katkılarla mümkün olabildiğini söyler. Bu tespit Fuat Hoca’nın hikâyesini, bilim tarihçiliğini kurar. Ritter’in disiplini içinde çalışmaya koyulur. Birden fazla dil öğrenir, çalışacağı konuyu hayatının merkezine oturtur. 1960’da gerçekleşen darbe sonrasında istenmeyen 147 akademisyenden biri olur. Bunun üzerine kendisini davet Frankfurt Üniversitesi’ne gider, çalışmalarını orda sürdürür. Bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası, Arap-İslam kültürünün tabii bilimler tarihidir. 1966 yılında profesör olur. Yaptığı çalışmalar sebebiyle 1978 yılında Kral Faysal Ödülü’nü kazanır. 1982 yılında Goethe Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsü’nü kurar. Bu enstitünün halen direktörlüğünü yapan Hoca, bugün Bilim tarihçilerinin müracaat kaynağı eserlerden biri olan ve en son 15. cildi çıkan “Arap-İslam İlimleri Tarihi” çalışmasıyla, bu paralelde devam eden hizmetleriyle kurucu ruhlardan biri olduğunu gösteriyor. Hoca’nın şu değerlendirmesi bu hakikatin bir ifadesidir: “Benim mensubu olduğum bir ilim, kültür ve medeniyet dünyası var. Çok derinlere inen sağlam bir medeniyete beşiklik etmişiz. Fakat yüzyıllardır bu medeniyetin görmezden gelindiğini, hakkının yenildiğini, tahkir edilip bütün yaptıklarının elinden alındığını ve ona zulmedildiğini gördüm. İslam medeniyetinin bu göz kamaştıran birikimini ve dünya bilimine yaptığı büyük katkıları dünyaya tanıtmayı gaye ittihaz ettim. Bu gayretimin bir kısmı sadece bilim dünyasına hizmettir, ama diğer çok mühim bir gayesi ise koskoca bir İslam âleminin yitirmiş olduğu kendine hürmeti, güveni ve insanlık tarihindeki yerini hatırlatarak kaybettiklerini iade etmektir.”
Fuat Sezgin Hoca’yla yapılmış birebir görüşmelerin notlarından, başka mecralarda yaptığı konuşmalardan ve kendisine dair yapılmış çalışmalardan hareketle hazırlanmış “Yitik Hazinenin Kâşifi: Fuat Sezgin” kitabı, hem Türkiye’nin çok da gündeminde olmayan kurucu bir zihni tanıtıyor, hem de ‘yitik hazine’nin ne olduğunu gösteriyor. Fuat Hoca’nın hikâyesi ve bu hikâyeye biriken hizmetler, başka türlü bir bilim tarihi olarak okunmayı bekliyor.

0 yorum:

Yorum Gönder