Kendimi bildim bileli, bir an olsun Nazizm`e `sıcak` bakmadım. Hitler`in Yahudiler üzerinde uyguladığı soykırımı hep insandan dışarı gördüm. Dahası, yakın bir zaman önce okuduğum Dünün Dünyası`nda kendimi Yahudi Stefan Zweig`e çok yakın hissettim. Zweig`in ülkesinden, hatıralarından, dahası kendinden sürgün edilişi içimi oydu. Okuduğum Yahudi düşünür ve filozofların Yahudilikleri beni hiç ilgilendirmedi; okudum ve zenginleştim.
Yahudi kavmine dönük yapılan yaygın yorum(lar)da hep problem gördüm. Bir kavmin genetik olarak `kötü`ye evlik edemeyeceğini düşündüm; Yahudiliği, lanetli duyguların gidip içine oturduğu ve asla oradan çıkmadığı bir yuva şeklinde okumadım. `Yahudi Soykırımı`na dair izlediğim filmlerden, okuduğum metinlerden sonra hissettiğim şey hep acı oldu.
Bugüne geldiğimde şu soruyu soruyorum: `Bu kadar acı çekmiş, savaşın o yok edici yüzünü görmüş bir kavim, bu kavmin devleti olan bir yapılanma böylesi nasıl vahşi olabiliyor?`
Bu soruyu sorduğum bugünlerde, yakın bir zaman önce okuduğum bir kitaptan aradığım cevabı buluyorum. Fransız edebiyatçı ve filozof Pascal Bruckner, Masumiyetin Ayartıcılığı(Ayrıntı Yayınları) isimli kitabında `birey`in naif tarihini okurken, onun bugünkü durumunu anlamamız için iki kavramdan bahsediyor: Çocuksuluk ve kurbanlaşma...
YAHUDİLERİ NASIL ANLAYACAĞIZ
Kurbanlaşmadan bahsederken, yukarıdaki sorumuza da cevap vermiş oluyor. Bruckner şu mealde bir şey söylüyor: Sömürülen ve ezilen topluluklar sömürebileceklerini ve ezebileceklerini sanırlar, bu hakka sahip oldukları hissi içinde sömürür ve ezerler. İlginçtir, Bruckner böylesi bir ruh haletine `Yahudileşme` diyor ve Sırpların da bir dönem kendilerini dönemin Yahudileri olarak gördüğünü belirtiyor.
`Biz çok acı gördük, o halde bizim de acı çektirmeye hakkımız vardır` şeklindeki bir ruh haletine saplanmış İsrail`in bütün kadim duygulara, değer anlamında beşeri kazanımlara tecavüz ederek insanı öldürüyor. Sadece Gazze değil, bütün bir insanlık kuşatma altında.
Reem Mobassaleh`in kuşatma altında yazdığı günlüğünde belirttiği gibi, kuşatma altındaki insanlığımızda `kutsal bir şey yok!`, insan denen varlığı kuran bütün değerler korkunç bir tecavüzle karşı karşıya. Sahih bir barış ve `iyi`nin hayata geçmesi adına, bana acı çektirenlere acı çektirmemem gerektiğini anlamış bulunuyorum. Acı çekmişsem, zor da olsa affetmeliyim, merhametle davranmalıyım. Görüyoruz, İsrail`in bilinçaltındaki `bu benim hakkımdır!` duygusu savaşı daha da büyütüyor, bütün bir insanlığı savaşta boğduruyor.
Savaş ve şiddeti lanetlemeliyiz! İnsanlığı kuşatan, kutsal olan her şeyin içini boşaltıp öldüren bu gerçekliğe `insan kalarak`, daha çok merhamete vurgu yaparak direnmeliyiz. Bir savaştan savaşçı olarak çıkmamalıyız; savaş ve şiddetin kahrediciliği, bizi savaş ve şiddetperver kılmamalı. Değilse, yani insanlığı öldüren böylesi bir savaştan kendimize üniformalar ve bombalar edinirsek, o kadar acı çekmiş bir kavmin, bu kavmin devleti olan İsrail`in sevinerek giydiği karanlığı biz de giyinmiş oluruz.
ŞİDDETİ BÜYÜTMEYELİM
Evet, kalbimiz bugün Bağdat`ta, Filistin`de, Gazze`de olmalı; düşen her bir bomba içimize de düşmeli! Ancak düşmanımız kavimler ve ülkeler değil, savaşın kendisi olmalı. Kim savaşa oynuyorsa, kim şiddeti büyütüyorsa, ona `hayır!` demeliyiz. Savaşın ve şiddetin orta yerinde acı kesilmişler kendilerinde acı çektirme hakkını bulmamalı!
`Başkalarının acılarına bakmak`la yetinmek yetmiyor! `Uzaklar`daki acıya `başkalarının acısı` demek bile problemli. `Savaş, iç deşer; savaş, bağırsakları boşaltır. Savaş, teni yakıp kavurur. Savaş, organları bedenden koparır. Savaş, yıkıp yok eder` diyen Susan Sontag`ın `başkalarının acısına bakmak` tanımlamasının işaretlediği insani durum bizim için eksiklik taşımalı.
KENDİ ACIMIZI UNUTMAYALIM
Acı (uzak veya yakın fark etmez) sözkonusu olduğunda, biz, `biz` ve `başkaları` ayırımına düşemeyiz. Bu durumlarda (belki her durumda) `biz` demekle kendimizi bütünden ayırıyor, böylelikle bütünlükten koparak eksiliyoruz. Hayır, bütünün içinde var olabiliriz, başkaları yok! Filistinli veya acı çeken her kimse, başkaları değil, bizim de oluşturduğumuz bir bütünün, yani bizim parçalarımızdırlar; bizdirler.
Savaşın uzağında yerlermiş gibi görünen kentlerde alık alık dolaşmak, kendimize, `insan`a, bir bütün olan varlığa yabancılaşmak anlamına geliyor. Bugün İsrail`in (hiç şüphesiz ona `evet!` diyenlerin) yürüttüğü vahşi savaşa direnmek, bu savaşta acı kesilmiş insanların acısını hissetmek, bir şekilde bu insanların yanında olmak, `başkalarının acısına bakmak` olmayacak, kendi acımıza bakmak olacaktır.
2009-01-04 , Taraf
10 Haziran 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder