10 Haziran 2009 Çarşamba

Kürt çocuklar da Meksikalıdır

Bu yazı, uzun zamandır yoğun olarak hissettiğim, yanına düştüğüm, içimde tuttuğum kalbi kırık bir çocuğun sözleridir. İçimdeki bu kalbi kırık çocuk son bir iki aydır artık yerine sığamaz oldu, kendini dışarı atmak için her bir tarafımı yumruklamaya başladı. İsrail devletinin Gazze`de gerçekleştirdiği vahşet sonrasında Türkiyeli vicdan sahibi insanların ayaklanışıyla, kendini içimden dışarıya atma isteği bu çocukta daha da depreşti. Benim o sabra ayarlı tarafıma kafasını çarpıp durdu. İçimin kapılarına kaç kez elim gitti, `tamam şimdi çıkıp, sokak ve meydanları dolduran bu vicdanlı insanlara bağırabilirsin` der gibi oldum ama, yine yapamadım. Okumalarıyla, yazdıklarıyla, dahası adalete ayarlı vicdanlarıyla dostum/arkadaşım/ kardeşim bildiğim Selahattin Yusuf, Tarık Tufan ve İsmail Kılıçarslan`ın Meksika Sınırı`nda bir izleyiciden gelen mail sonrasında söyleyemedikleri çok şey ve söyledikleri birkaç cümle, içimdeki o kavruk, o görünmezliğe itilmiş acılı çocuğun boynunu daha da büktü. İçimde öylece kıvrılıp kalan o çocuk, gözlerini gözlerime dikti. Bağıra bağıra sustu.
Biliyorum, pesimistin biriyim; çoktandır bu ülkede `söz`ün `değer`sizleştiğini, yazının dönüştürücü etkisini yitirdiğini düşünüyorum.
Dilimin ucuna kadar gelen o kadar şeye, kendini yazdırmak için kalbimi hoplatan o kadar duruma sırtımı dönüp sessizliğe karışıyorum. Bu sefer de öyle yaptım. Severek izlediğim Meksika Sınırı`nın son dakikalarında gelen o mail ve sevgili dostlarımın kalplerinde hissettiklerine inandığım ama söylemedikleri çok şey, ancak söyledikleri birkaç cümle sonrasında kalbimde tavan yapan o hissiyatı yine yazının koynuna bırakamadım. Ancak birkaç gün sonra (15 Şubat 2009) bir şey oldu: Meğer, Taraf`ın iflah olmaz vicdanlı yazarlarından biri olan Yıldıray Oğur da benim gibi Meksika Sınırı`nın o dakikalarında hayal kırıklığı yaşamış. Çok mu abartıyorum? Bu cümleler, acıdan epey nasiplenmiş bir retorikten mi çıkıyor? İnanın öyle değil! Alengirli siyasanın kuşatamadığı çocukluğun safiliğinden konuşuyorum. Kendini katı Leninist-Stalinist örgütün bir yerinde konumlandıranlardan değil, son otuz yıldır orada yaşananın mağduru/mazlumu olmuş Kürt kimlikli `çocuk`lardan bahsediyorum. Olan şudur: Son otuz yıldır Kürt çocukları bu ülkede hep `kıyı`da unutuluyor ve görmezlikten geliniyor. Bu çocuklar hem Türk solu, hem de Türk dindarları içinde kendilerini rahat hissedemiyorlar. Öyle olmadıkları halde, kendilerine giydirilmiş bir Kürtlük içinde karşılanıyor, öylece `kıyı`ya itiliyorlar. Diğer çocuklardan farklı muamele görmüş olmanın verdiği bir kıskançlık duygusu içinde sürgün oluyorlar. Bunu yaşıyor ve biliyorum.
DUYGUSAL BİR REZERV
Hayır, Meksika Sınırı`nda yaşanılır bir dile işaret eden dostlarımın, Kürt meselesi etrafında yaşanan kirli savaşın mağduru ve mazlumu olmuş Kürt çocuklarına;
JİTEM`in, `derin`lerde kurulup Kürtlerin üzerine salınan Hizbullah`ın ortalığa dökülen günahlarına üzülmediklerini söylemiyorum, bunu söyleyemem. Yusuf`un, Tufan`ın ve Kılıçarslan`ın kurdukları dilin nasıl bir zihin ve vicdandan çıktığını okuyarak ve yaşayarak biliyorum. Arkadaşlarımın, `Bu kirli savaşta mağdur ve mazlum olmuş Kürt çocuklarına dair içinizde var olduğuna inandığım duyarlığı ortaya koyun!` anlamındaki mail karşısında öylece kalmaları; meseleyi acılı, ölü, yanık Kürt çocuklarından, `insan`dan dışarıda siyasi olarak değerlendirmeleri, Türkiyeli insanların bu konuda duygusal bir rezerv içinde olduğunun işaretidir. Akli ve iradi olmayan, Türkiye sosyolojisinin bir şekilde kurmayı becerdiği duygusal bir rezervdir bu. Hem Kürt meselesinin, hem de bu mesele içinde mağdur olduklarını düşünen ve bunun görülmesini isteyen Kürtlerin, PKK siluetinin gölgesinde oluşmuş bu rezerve takıldığını düşünüyorum. Bu rezerv, görülmesi istenen Kürt acısına yapılan her vurguyu, ayrışmanın bir alameti olarak okuyor. Evet, bu meselede ayrıştıran unsurlardan çok `bir`leştiren (aynılaşma değil) taraflara vurgu yapmanın daha sağlıklı olacağı düşüncesini ben de paylaşıyorum. Ama bu görülme isteğinin, ayrışmayı talep anlamına geldiğini düşünmüyorum.
AYNI DUYARLILIK GÖSTERİLMİYOR
Meksika Sınırı`na gönderilen mail ne yazık ki yanlış okundu. O mailde, Türkiye-İsrail, Gazzeli-Kürt eşleşmesi yaptığını sanmıyorum. Olsa olsa, kısık sesle, bağırmadan şu soruları soruyordu: Gazze konusunda Türkiyeli insanlar (özellikle dindarlar) madem ki hakkaniyet duygusu içinde sokak ve meydanlara çıktılar, bütün açıklığıyla ortalığa dökülen JİTEM merkezli itiraflar
Mardin`de, Diyarbakır`da binlerce faili meçhul cinayetin hiç de meçhul olmadığını ortaya koyduğuna göre, niye aynı duyarlılık gösterilmiyor? Bu duyarlılık yok değil, ama bu niçin ete kemiğe bürünmüyor? Anlaşılmak ve görülmek istenen acıya işaret olan bir mail dahi, vicdan sahibi üç entelektüel genç insanı bir rezervin içine sokmaya yetiyor, neden? Bu durum, Türkiye sosyolojisinin zehirli etkisinden haber vermiyor mu?
O mail,
Ahmet Türk`ün retoriğiyle konuşulmasını, meydanlarda `Türkiye İsrail`dir, Diyarbakır da Gazze!` sloganının yükselmesini beklemiyordu. Diyarbakır`da, Mardin`de, Şırnak`ta, Yüksekova`da JİTEM`in ve `derin`le akraba yapıların izbelerinde boğdurulmuş, ensesinden kurşunlanmış yüzlerce insan için Meksika Sınırı`nda bir `niçin?`in dillendirilmesi isteniyordu. O saat, o mailin sahibini düşündüm. Düşündüm ve o an üşüdüm. Evet, programın o dakikasında yaşadığım şey hayal kırıklığıydı. O akşam, o saat işte bu yazıyı yazmak istemiştim. Sonra şöyle düşünmüştüm: Program bitmek üzereyken o mail okundu. Mailin içeriği, arketipi, irrasyonel durumu üzerinde düşünülecek vakit olmadı. `Ezber`in azizliği yaşandı, değilse söylenecek çok şey olurdu.
Tarık Tufan, Meksika Sınırı`nın birinde, Türkiye`deki bütün renk ve dillerin kendilerine sandalye/masa bulduğu bir kahvehane düşlemişti. Demem şu ki; içimdeki o kavruk, o görünmezlikte acı çeken Kürt çocuğunun görülmek istemesi, bu kahvehanenin dışında bir yer talebi anlamına gelmiyor. Aksine bu talep, çocuğun, düşlenen Vicdan Kahvehanesi`nin dışında kalma korkusu içinde olduğunu gösteriyor. Her
Meksikalı çocuk gibi o da bu kahvehaneye gelip oturmak istiyor!

Taraf, 2009-02-23

0 yorum:

Yorum Gönder