11 Haziran 2009 Perşembe

Nihat Dağlı`ya Mektup

Sevgili Nihat abi,
Bütün yazılarını bana gönderilmiş birer mektup gibi okudum hep. İnce bir hüzün taşıyan mektuplarınla kimi zaman yağmura tutuldum, kimi zaman kelimelerin tufanında savruldum…
Sen mektup yazmayı seversin. Elbet mektup yazan birisi mektup almayı da sever. Bu da ‘Hiç Kimse’den sana yazılmış bir mektup olsun…
İnsanların şehirden şehre taşıdığı yanından ayıramadığı kitaplar, yazarlar vardır. Konya, Erzurum, İzmir, Manisa, İstanbul… Şehir duraklarımın hepsinde de kelimeleri, cümleleriyle ellerimden tutanlardan birisi de Nihat Dağlı’ydı.
Kalbime dokunan sözlerinle ilk tanışmam Karkent’te olmuştu. Zaman ve Sızıntı’dan aşina olduğum Nihat Dağlı imzasını edebiyat dergilerinde görmeye başlamıştım. Esaslı okumalara giriştiğim bu dönemde Yedi İklim’deki Nihat Dağlı metinlerini altını çizerek yüksek sesle okuduğumu hatırlıyorum.
Erzurum’un uzun kış gecelerinde gurbetliğimi paylaşan, kalbimi uyaran bu dağlı adam bana hiç yabancı değildi. Neydi seni bu kadar yakın kılan? Bu soruya bugün daha net cevap verebiliyorum: Şiir ve hüzün kardeşliği…
Musa Güner, Kitap Zamanı’nda yer alan yazısında tam da o noktayı işaretliyordu. “Şiir yazmayan şair! İnsanın şair olması için gereken her şey var Nihat Dağlı’nın hayatında. Göç, zihin acısı, dil… Çıkar Sokak’ta gördüğümüz yoğun yaşantı, bir şairi akla getiriyor. Ortada bir şiir var; ama o yazıya değil, yaşantıya dönüşmüş belki de. Hayatın içine hüzün olarak sinmiş. Okur dikkatli bakınca, satırların arkasından kendine gülümseyen hüzünlü bir şiir perisi görebilir.”
Sevgili Nihat abi,
Yüz yüze ilk tanışmamız İzmir’de 1998 yılının Nisan ayında olmuştu. Kızlarağası Hanı’nda, Mustafa Kaylı ve daha başka dostlarla birlikte çaylarımızı yudumlarken hayattan, aşktan, kitaplardan, İzmir’den söz etmiştik. Bu kentte kaldığım iki yıl boyunca da ağabeyliğin ve dostluğunla hep yanımdaydın. Bir araya gelişlerimizde belki sana hiç teşekkür edemedim. Bu mektup aynı zamanda bu borcun ifası olsun.
Peki Nihat Dağlı kimdi? Bendeki sureti çoktur ama öncelikle o susan adamdır. Kitapların sadık bir sevgilisidir. Hiç ceket giydiğini gören olmamıştır! -Ben Bursa’da görmüştüm ama o bir mecburiyetti-Yanından hiç ayırmadığı çantası da alameti farikalarındandır. Bir eli yanağındadır hep. Sizi dinler. Bedeni yanınızdadır ama bir süre sonra uzaklara gittiğini fark edersiniz. Ya yeni bir öykünün peşine düşmüştür ya da başladığı bir yazıyı tamamlamaktadır. Susar ve uzaklara bakar. Çayın ve sigara dumanın eşlik ettiği bu sessizlikte ‘çok koyu düşer ses’.
Hayatı kıyıda yaşamayı tercih etmiş bu kara adamı denize ve martılara tutkundur. Yazılarında yüksek sesle konuşmaz, büyük laflar etmez, kendi sorularına bulduğu cevapları okurla paylaşır. O arayışta ortaya çıkan metni, acı ve hüzün duraklarından geçirip kalbimize taşır. Ve her yazıya noktayı mutlaka aşkla koyar…
Sevgili Nihat abi,
Sen her zaman içinden haberler verdin. Parmak uçlarını ateşten harflerle yaktın. Gönlünün boşluğunda uçuşan heyecanlara kelimelerden libaslar giydirdin. Sonra başka gönüllere postaladın. Hiç Kimseye Mektuplar’da gemisini batıran kaptandın. Kitabın sayfaları arasındaki kaybedişi, savrulmayı ve trajediyi ben de yaşadım. Acını duydum. Hiç Yoktan İyidir’deki aşksız zamanlara muhalif yüreğinin sesini sesim bildim. Elvada Oblomov’da yitik aşkın izinde süren yolculuğuna eşlik ettim. Denize konup kalkan martılara seninle birlikte simit attım. Çıkar Sokak’ta kalbine ayna tutan adamı daha yakından tanıdım. Nihat Dağlı’yı daha da sevdim.
Sevgili Nihat abi
İyi ki varsın. Yazdığın kitaplar iyi ki var. Allah sağlık sıhhat ve afiyet versin ve sen yine kalbimize iyilikler, güzellikler taşı. Ellerinden öpüyorum…
MURAT TOKAY

0 yorum:

Yorum Gönder